Camille'e lanet gibi işleyen o KSKS dersinden sonra hipnotize olmuş gibi okulun kalabalık koridorlarında dolaşamazdı. Zaten beyaza kaçan renk tonu biraz daha solmuştu, sakinliğine sakinlik eklenmiş gibiydi. Elinde dünyada en çok değer verdiği iki şey; defteri ve kalemiyle Yasak Orman'ın yakınlarına doğru ilerlemeye başladı. Sonbaharın turunculuğu bütün ormana yayılmış, yeşil yaprakların her biri utanmışçasına kızarmaya başlamıştı. Kendilerini yere bırakmış ve kurumuş yaprakların üzerinde attığı her adımda, bir tanesi daha çatırdıyordu. Camille, sonbaharı sevmezdi. Aslına bakılırsa yağmur yağmadığı sürece sonbahar en nefret ettiği mevsimdi. Kasvetli havalar, karanlık bulutlar, buz kadar keskin kuru soğuklar. Fakat yağmur yağdığında, her şey büyüleniyordu sanki. O kadar farklı bir histi ki bu, etrafta bir kasırga olsa sanki çiseleyen bir yağmur onu bile bastırabilecekti. Camm, yağmurda dans etmeye bayılırdı. Uzun, ipeksi saçlarının ıslanması, kıyafetinin kuruma derdi ya da başka herhangi bir şeyin umrunda olmadığı zamanlardan biriydi. Fakat bugün, tam da o nefret ettiği hava sarmıştı Hogwarts'ın bahçesini. Kesici rüzgar, kuru bir soğuk. Sanki Tanrı terk etmişti bugün burayı. Başka bir yere bahar götürmek için, buranın güzel ilkbaharını almıştı. Geriye kalan; kuru yapraklar, cansız bir orman ve titreyen canlılardı.
Yasak Orman'ın çok dibine gitmeden, her zaman uğradığı küçük bir boşluğun kenarındaki meşe ağacının dibine oturdu bir kez daha. Defterinin kaldığı sayfasını açtı, bir şeyler yazmaya başladı. Günlük tutmazdı, duygularını açığa vurmayı sevmezdi çünkü. Aslında duyguların var olmasını bile sevmezdi. Korku, sevgi, nefret, aşk... Hepsine karşı bir duvar örmüştü sanki, onun ihtiyacı olan tek mühim şey mantığıydı ve onu kullanmasını günden güne daha iyi öğreniyordu. Defterine ne yazdığı, kendisi için de bir bilinmezlikti. Belki de bir şey yazmıyordu, çiziyordu. Karşısındaki kurumuş, cansız manzarayı kağıda dökmekle meşguldu. Fakat biraz yakından bakıldığında Camm'in duygularını değil, düşüncelerini yazdığını görürdünüz. Hikaye yazıyordu. Kendi düşüncelerine zıt karakterler oluşturuyor, kendileri gibi olmadıkları için bu karakterleri yönetmek onu eğlendiriyordu. Aşık oluyorlardı, arkadaş grupları vardı, anneleriyle kek yapıyorlardı. Hogwarts'taki diğer kızlar gibi. Tamamen Camille'e ters kişilikler.
Teneffüs bitesiye kadar yazmaya devam etme düşüncesi onu kontrol ediyordu. Birden defterine bastırdığı kalemini tutan elini geri çekti. Bir çıtırtı duymuştu. Herhangi bir sincabın ya da tavşanın çıkaracağı türden değildi, insan çıtırtısı. Fark etmez zor değil. Ayağa kalktı, defterin arasına kalemi koydu ve defteri koluna sıkıştırdı. Sağ tarafındaki çalılığın arkasından gelen çıtırtıya doğru ilerledi. Meraklıydı, zekasının getirdiği soğukluğu, onu meraklı olmaya da itiyordu. Öğrendikçe, merak ediyordu. Merak ettikçe, öğreniyordu. Orada neler olup bittiğini öğrenmeyi çok istiyordu.
Çalılığın arasından dikkatli adımlarla geçtiğinde gerçekten birinin orada olduğunu fark etti. Sarışın biri, bir erkek ayakta duruyor, nereye bilinmez ama bir yerlere bakıyordu. Camille çalının artık onu kapatmadığını fark ettiğinde çocuk Camille'i çoktan fark etmiş durumdaydı. Camm rahatsız etmek istememişti, rahatsız olmak istemediği için. Merak etmişti sadece, bakıp gidecekti. Birinin yalnızlığını bölmeyi aklından bile geçirmemişti ki.